19 Aralık 2008 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Avrupa Birliği arasında “Bilgi Toplumu ve Medya” Faslı müzakereye açıldığında heyecan verici dijital bir açılıma da adım atılacağını düşünüyordum. Bu müzakereler ile birlikte Kalkınma Bakanlığının desteklediği ve üzerinde çalıştığı “Bilgi Toplumu” kavramını tanımlamak üzere yola çıkıldı. Hatta büyük bir adım atarak “Dijital Vatandaşlık” tanımı ve boyutları tartışılmaya başlanmıştı.
“Bilgi Toplumu alanındaki müktesebatın amacı, elektronik haberleşme hizmet ve şebekelerinde serbestleşmenin sağlanarak, teknoloji pazarının etkili bir şekilde işlemesinin önündeki engellerin ortadan kaldırılması ve evrensel anlamda mevcut olacak modern hizmetlerin oluşturulmasıydı.”
Bu fasıla ait müzakerelerin üzerinden 5 sene geçti ve bugüne baktığımızda müktesebatın amacının çok uzağında elektronik haberleşme ve platformlarının teker teker yasaklandığı bir dönemden geçiyoruz. Avrupa Birliğine verilen sözler, yapılan çalışmalar ve bilgi toplumu olma yolunda atılan adımların hepsini hiçe sayıldığı günlerden bahsediyorum. Ve buna bağlı olarak Avrupa Birliği standartlarından da süratle uzaklaştığımız günler…
Dijital Vatandaş Kimdir?
Dijital iletişim kurabilen, bilgi ve iletişim kaynaklarını kullanırken eleştirebilen, e-devlet uygulamalarını kullanabilen, dijital alışveriş yapabilen, dijital ortamda üretim ve tüketim yapabilen, dijital ortamdan eğitim alabilen ve bu davranışları yaparken etik kurallarına uyan, hak ve sorumluluklarının bilincinde olan kişidir.
Dijital Vatandaşlığın Boyutları
Devletimiz Avrupa Birliği ile “Bilgi Toplumu ve Medya” müzakereleriyle birlikte önce dijital vatandaşlığı sonrasında dijital vatandaşlığın 9 farklı boyutunu tanımlamıştı;
-Dijital erişim (herkes için internet)
-Dijital ticaret
-Dijital iletişim
-Dijital okuryazarlık
-Dijital etik (ahlak)
-Dijital kanun
-Dijital haklar ve sorumluluklar
-Dijital sağlık
-Dijital güvenlik
Aslında bu boyutlar içerisinde “dijital özgürlükler” de başlı başına konuşulması gereken bir konu olarak bizleri bekliyor… Peki bu kadar farklı boyutu tanımlayan, dijital vatandaşı tanıyan devletimiz, bugün kendi dijital vatandaşının Twitter’a, Youtube’a erişimini engelleyerek dijital bir darbede nasıl ve neden bulunabiliyor?
Bu sorunun cevabı aslında sorun içindeki kelimede saklı… “Dijital Vatandaşlık”
Devletimiz kağıt üzerinde tanımladığı “Dijital Vatandaşı” ne yazık ki uygulama açısından tanıyabilmiş ve buna göre yeni bir elektronik devlet paradigması geliştirebilmiş durumda değil. İşte bu nedenle dijital vatandaşlarını tanımayan ve anlayamayan devletin, eski yöntemlerle yasaklara başvurması , aslında bilgi toplumunu yönetmekten ne kadar uzak olduğunu da bizlere gösteriyor.
Bu durum sadece Türkiye Cumhuriyeti dijital vatandaşlarını değil, dünya çapındaki dijital vatandaşları da şaşırtıyor. Dünyanın bu noktada gözünün üzerimizde olması ve yaşananlara tepki göstermesinin nedeni ise işin farklı bir tarafında yer alıyor.
Dünya artık eskisi gibi geleneksel harita sınırlarından değil, ayak basılmamış ve sınırların olmadığı dijital topraklardan oluşuyor. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin dijital vatandaşları dünyanın diğer dijital vatandaşları ile aynı topraklarda birlikte yer alıyor, paylaşıyor, üretiyor, tüketiyor ve yaşıyor. Dünyanın global bir köy olduğu kabullenişi de buradan geliyor diyebiliriz.
Ayak Basılmamış Dijital Topraklar
Bu sınırsız topraklarda yasak, sansür ve benzeri atılan her adım sadece kendi ülkemizde değil, tüm dünyanın dijital vatandaşları tarafından şaşkınlıkla ve tepkiyle karşılanıyor.
20 Mart 2014 tarihinde Twitter ile başlayan 27 Mart tarihinde Youtube yasağı ile devam eden bu uygulamaların aynı zamanda aslında dijital vatandaşlar için teknik açıdan hiçbir anlam içermediğini de belirtmemiz gerekiyor.
Twitter’da veya Youtube’da istenmeyen içeriklere erişimi engellemek, bu dünyanın vatandaşları için hızla aşılabilecek bir bariyer. Devletimizin anlayamadığıysa tam da bu. Özelliklerine ve dinamiklerine henüz aşina olmadığı bu topraklarda, geleneksel ve kapalı devletin refleksleri olan yasaklama, engelleme ve sansür girişimleri bu topraklarda teknik açıdan sonuçsuz kalıyor. Aslında bu yüzden geleneksel devletin, yeni vatandaşlarını tanıması ve buna göre pozisyon alması, değişmesi ve hem kendini hem de devlet kültürünü dijitalleştirmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olarak artık karşımızda duruyor.
Devletin Dönüşmesi Mümkün müdür?
Elektronik bir devlet anlayışında ve çağdaş toplumlarda, devlet tüm vatandaşlarına, sorunsuz ve güvenli internet erişimini ve hizmetlerini sürdürülebilir şekilde ve hatta mümkünse ücretsiz olarak sağlaması anayasal bir hak olmalıdır.
Diğer yandan;
Vatandaşın oy vermek dışında devletin yönetiminde aktif bir rolü olduğunu anlaması,
Kağıt temelli iletişimden, elektronik temelli iletişime geçişi benimsemesi,
Sadece kendi ürettiği devlet politikaların değil, vatandaşın dijital ortamda ürettiği politikaları dinlemesi,
Topluma tek tip hizmet değil, kişiselleştirilmiş bir vatandaşlık deneyimi sunması,
Kapalı devlet anlayışından, şeffaf ve hesap verebilir devlet anlayışına geçmesi,
Kurum ve lokasyon bazlı hizmetler yerine, zamandan/mekandan bağımsız süreç bazlı hizmetler planlaması,
Ve en önemlisi elektronik haberleşme hizmet ve şebekelerinde serbestleşmeyi sağlayarak, etkili bir şekilde işlemesinin önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılması gerekiyor.
Son olarak…
Yeni dünyada ve ayak basılmamış bu yeni topraklarda teknolojinin gelişimiyle, bilgi sermayesinin, değer ekonomisinin ve buna bağlı nitelikli insan kaynağının önem kazandığını çok net görmekteyiz.
İletişim teknolojilerine ve internete konulan her yasağın sanayi toplumundan bilgi ve iletişim toplumuna geçişe bir darbe vurduğunu da görmeliyiz.
Tabi yazı boyunca çizdiğim bu büyük resmi doğru bir zemine oturtmak için internetin ve dijital vatandaşlık hizmetlerinin demokratik bir anayasal hak haline gelmesi gerektiğinin de tekrar altını çizmek gerekiyor.